LEYLİM LEYLİM...
- Ayyüce
- 5 Tem 2020
- 5 dakikada okunur

“Gitmek,
Gözlerinde gitmek sürgüne,
Yatmak, gözlerinde yatmak zindanı.
Gözlerin hani?”
Lise son sınıftaydım. Bir şarkı duydum. Daha önce de duyduğuma emindim aslında; ama nedense bu kez başkaydı içime işleyişi. Demek, şimdi de Ahmed Arif’i özümseme zamanıydı…
"Ahmed Arif hasretinden prangalar eskitmiş
Beni böyle eskitense prangalı hasretin…"
Diyordu şarkıda.
Ahmed Arif, hasretinden prangalar eskitmişti. Yandıkları, sevdikleri, vazgeçtikleri… Her şey yan yana dizilmiş bu 5 sözcüğün içindeydi sanki. Her kültüre bulanmış, ülkesini, memleketini, sevgiyi savunan şiirler yazmıştı…
Mektup, mektubu yazan ve gönderen ile mektubu alan ve okuyan arasında gizlidir. Bu iki kişinin arsındaki iz silinemeyecek/değiştirilemeyecek bir biçimde kağıda aktarılmış, söz uçamayıp çakılı kalmıştır. Tam da bu yönüyle kaleme alındığı anın gerçekliği zaman tarafından aşındırılamadan, tüm tazeliği içinde korumaya alınmıştır. Adeta fosilleşen duygular ve düşünceler yıllar sonra saklandığı yerden çıkarılıp okunduğunda, o mektubu arkeolojik bir çalışmanın en güvenilir buluntusu haline getirir. Hele ki bu buluntular bir şairden kalmışsa, o şairin şiirinin Rosetta taşı ortaya çıkmış demektir.
Leyla Erbil ile Ahmet Arif uzun yıllar mektuplaşmışlardı. Bu mektuplar Leyla Erbil’in çalışma masasının alt taraflarında pembe karton bir dosyanın içinde bekliyordu. Kağıtla çoktan sararmış, kat izleri derinleşmiş olsa da hala rahatça okunabiliyorlardı. Ahmet Arif boşluk bırakmadan kullanmıştı sayfaları. Çoğunda derkenarlarla kalan yerleri de doldurmuştu. Erbil ailesi bu mektupların gönderildiği diyarların koşullarını bilerek, saygıyla, vefayla muhafaza etmişti onları.
Leyla hanım önceleri istemiyordu yayımlanmasını. “Ben öldükten sonra…” düşüncesi hakimdi. Ahmet Arif’in ailesini incitmekten ya da “Leyla Erbil bu büyük şairin aşkıyla gündeme gelmek istiyor” dedikodularından çekindiğini söylüyordu. Evet, körkütük aşık Ahmet Arif yazmıştı bu mektupları, aşkına karşılık bulma umuduyla ya da hayata tutunabilme güdüsüyle… Leyla hanım bu mektuplaşmalara dostluk sınırı çizmiş ve bu sınırı gün geçtikçe derinleştirmişi. Ahmet Arif’in de bu konumu kabullendiği mektuplardan anlaşılıyor.
Sonraları İş Bankası Yayınlarının yoğun çalışmaları ve ikna etmeleri neticesinde bu mektuplar bir kitapta birleştirildi ve o büyük aşk okurlara sunuldu. Çok beğendiğim ve okumaya doyamadığım bir çalışma olmuş, sizlere de tavsiye ediyorum.

Şimdi sizlerle bu mektuplardan bir tanesini paylaşmak istiyorum.
Leylam, Kardeş Çocuk !
Bu kadarı da çok oldu. Ne oluyorsun yahu? Gelince bir temiz ıslatıcam seni. Kendine gel! Sen, üzüntüye, kahra layık ve müstehak değilsin. Yaşaman, asıl senin yaşaman lazım. Hiç kimse, yaşamayı senin kadar hak edemez. Anladın mı? Sen öyle birisin işte. Bunu belle, buna inan. Sendeki altın yürek, altın da laf mı, o canım yürek kimselerde yoktur. Seni güzel eden, dost eden, dayanılmaz eden yine sen’sin. Bunu da öğren. Ve hiçbir kahraman, hiçbir aziz, hiçbir hergele, sana azap veremez ! azabı sen kendin icat ediyorsun.
Dün sana bir mektup gönderdim. Allah kahretsin, kardeşim taahhütlü yaptırmamış. İçinde parça parça şiir serpintileri de vardı. Aman, alıp almadığını hemen bildir. Ve bana yaz canım.
Yaz, sever misin, kızar mısın, küfür mü edersin, neylersen eyle ama bana yaz. Beni yıkacağından falan korkma. Ve beni korkutma. Bana yazamayacaksın da kimlere yazacaksın. Düşün, İstanbul'a gelme umudum olmasa, çoktan kendime kıyardım. Bilirsin ölüm benim için çok önemsiz bir şey değilse de bu hususta sabıkalıyım da ! Ölürüm ha! Ne güzel yaşıyorduk be! Nasıl da yaşatırsın. Kaç bin kere söyleyeyim, öyle yaşatan, öyle sevdirensin ki… Seni tanımak, seni bir kerecik bile görmek, milyarla yıl yaşamaktan daha dolu, daha hazlı ve daha değerlidir. Ama kime bu sözler, anlayana tabii. Seni anlamak, seni sevmek mühim ve aziz bir iştir. Zor da değil halbuki ama İNSAN olmak lazım.
Nerede beklediğim şiirlerin? Hep kulağıma, kalbime ve beynime fısıldayacaksın da ben mi yazacağım? Gerçi bu, değme şaire nasip değil ama asıl seninkiler mühim. Buna da inan, bunu da bil, e mi? Sonra ben böyle istiyorum. Ben isteyince yapmaz mısın? Biraz da bunun için, bu sebeple yazmalısın. Alışıncaya, sende de yaratıcılığın altın kapıları, bütün kanatlarını açıncaya kadar. Sonrası ne benim ne de senin elinde. Sonrası alıp götürür… Yalnızlığı, riyayı, o canavar azgınlığı, o namussuz ölümü, yıkar, tarumar eder. Kadeh hiç boşalmaz, rüya hiç bitmez (gerçekleşir çünkü), gençliğin ve güzelliğin cihanlar durdukça devam eder…
Bu beşinci mektubum. Yine 5-1 mağlubum. Benim de mağlup olmam mukaddermiş meğer. Niye yazmıyorsun hayatım? Canevim, en aziz, en sevgili ve en bir tanem ? Bu “sen” değilsin. Kendini topla, yine “sen” ol. Hemen geleyim mi? Sana ah, bir şeyler yapabilsem, bütün derdim bu şimdi. Şahsi dertlerimi, hastalığımı unuttum bir kenara attım. Ablacığım! Oturup ağlayayım mı yani? Senden ayrı, ağlanamaz da! Hemi vallah, hemi billah bu böyle. Sensiz, “To be or not to be” bile olamaz, düşünülemez! Nefes alınır salınır ama nefes değildir. Sensiz içilemez, yalnız kalınamaz, dövüşülemez. Sensiz ancak bu kafa taşa çarpılır. Müstahaktır. Yoksa Kenyalarda, İsveçlerde misin? Aman Allah'ım! Geberdiğim, bittiğim gündür…
Ben, hala buradayım. Bismil’de. Annemler evi onarmak için Diyarbakır'a gittiler. Ben de senin mektuplarını, sağlık haberlerini bekliyorum. Ay sonuna belki giderim. Hep, yaz diyorum ama yazmıyorsun. Basarım kalayı ha ! Bir kere bir iki tokadı hak ettin, görürsün bak saçlarını nasıl kökünden koparıcam. Seni gidi inatçı senii! Kendine kıymakla, kendinden kaçmakla iyi halt mı ediyorsun, sanki.
Gözlerinden, burnunun, üst dudağına düşen fark edilmez incecik gölgesinden öperim canım. Öperim ömrüm. Yaşşa !
Senin, yine senin.
(imza)

Bu mektuplarda dikkatimi çeken birkaç husustan bahsetmek istiyorum:
O mektuplar günler, haftalar, aylar sonra karşı tarafa ulaşmış. Ahmet Arif o bekleme süresinde tek bir kelimesine hasret kalan karşı tarafın (hayalindeki kadar hasret kaldığı söylenmese de öyle olduğuna inanmak istemiş belli ki), beklediğine değecek, ruhunu tatmin edecek yoğunlukta bir mektupla cevap vermesi gerektiğini düşünmüş olacak ki o duyguları ifade ederken özenle seçmiş kelimeleri, özenle yazmış mektupları ve sevgisiyle doyurmuş karşı tarafı. Bu gözle bakıldığında ne kadar kıymetli, naif ve zarif ruhlu bir adamsın be Ahmet Arif demekten ve özenmekten kendimi alamıyorum... Ahmet Arif, öyle güzel destek olmuş ki sevdiğine, Leyla'nın her düşüşünde bıkmadan usanmadan kaldırmak için elinden geleni yapmış. Üstelik kilometrelerce öteden, sadece mektupla! Kendi düşüşlerinde de Leyla'ya olan sevgisi sayesinde ayağa kalkabilmişti.

Sevgisi diyorum çünkü anlaşıldığı üzere Leyla Erbil ona aşk duymadığı için Ahmet Arif'in onun üstüne düştüğü kadar o Ahmet Arif'in üstüne düşmüyordu. Oldukça mesafeli davranmaya gayret ediyordu belli ki. Temiz, safiyane bir sevgiyle bağlanmış Leyla'ya… Leyla Erbil sonraları evlenmiş olmasına rağmen kopamamış Leylasından ve mektuplarından anladığım kadarıyla Leyla'nın evliliğinden çok az söz etmiş yani bir kabullenememezlik var gibiydi. Ama bir yandan Leylası zaten ona dost gözüyle bakıyordu, kıskançlık gösterse, üzülse ne olurdu ki? Öyle davransaydı Leyla mektup yazmayı bırakıp belki de kendisini hayatından çıkarmak isteyecekti. Ahmet arif böyle bir şey, göze alamazdı. Leyla'nın varlığı ile nefes alıp verebilen bir insandı çünkü. “Sen ister dostum ol, ister sevgilim, yeter ki hayatımda ol” diyordu. Onu kaybetmemek için belki de sineye çekti birçok şeyi.
Diğer bir husus, Leyla Erbil Ahmet Arif'in dediği kadar mükemmel, övdüğü kadar yüce bir insan değildi belki de. Yani Ahmet Arif'in dediği kadar onu iyi anlayamıyor, ona dediği kadar iyi dost olamıyor, sevgili olamıyor, o kadar zeki ve mükemmel bir kadın değildi belki de... Ama Ahmet Arif onu öyle görüyor, aksini inkar ediyor ve öyle olduğuna gönülden inanıyordu. Buna aşkı sebep oluyordu elbette ki.
Yazımı sona erdirirken Ahmet arifin birbirinden güzel ve hepsine ayrı hayran olduğum şiirlerinden bir tanesini daha paylaşmak istiyorum.
Öyle yıkma kendini, Öyle mahzun, öyle garip… Nerede olursan ol, İçerde, dışarda, derste, sırada, Yürü üstüne üstüne, Tükür yüzüne celladın, Fırsatçının, fesatçının, hayının… Dayan kitap ile Dayan iş ile. Tırnak ile, diş ile, Umut ile, sevda ile, düş ile Dayan rüsva etme beni.

Ülkesine, memleketine, sevgiliye yazdığı onca şiirle, bir Ahmet Arif geçti bu dünyadan…
İyi ki…
Comentarii